Küreselleşme kavramının yıldızı koronavirüs salgını ile çok fena söndü
SARS (solunum yolu yetersizliği), MERS (solunum yollarına yerleşen virüs), kuş gribi gibi Uzakdoğu kaynaklı hastalıklardan .sonra bu kez de koronavirüs ile bütün dünyanın başı belaya „ eğirdi. Küreselleşme de büyük bir stres testinden geçmiş oluyor. Tedarik zinciri bozuldu, tıbbi malzemelerde istifçilik başladı, uluslararası ticaret yavaşladı ve azaldı, yabancı ülkelerde çalışan doktorlar kendi ülkelerine çağrıldı, seyahat kısıtlamaları getirildi, havaalanları ve sınırlar kapatıldı, bütün sportif etkinlikler -olimpiyatlar dahil- ertelendi veya iptal edildi, restoranlar kafeler kapılarına kilit vurdu, perakende satışlar istatistiklerde keskin düşüşlerle gösterildi, 2008’dc varili 150 dolara dayanan petrol, 26 dolara kadar düştü, ülkeler küresel ekonomi içindeki konumlarını yeniden değerlendirmeye zorlandı.
ÜLKELER İÇİNE KAPANDI
Aralarında Türkiye’nin de bulunduğu Avusturya, Avustralya, Arjantin, Brezilya, Bulgaristan, Kanada, Şili, Çin, Kolombiya, Çek Cumhuriyeti, Danimarka, Mısır, Finlandiya, Fransa, Almanya, Yunanistan, Macaristan, Hindistan, İtalya, Japonya, Malezya, Meksika, Hollanda, Yeni Zelanda, Polonya, Portekiz, Romanya, Suudi Arabistan, Güney Afrika, Güney Kore, İspanya, İsveç, Ingiltere, ABD ve onlarca ülke sınırlarını kapattı. 1985’tc kurulan, Ingiltere, İrlanda hariç bütün Avrupa ülkelerini tek bir devlet sayan ve herhangi bir sınır kontrolü olmadan çalışan Schcngen Bölgesi’nde bile bütün giriş/çıkışlar durduruldu.
ABD’de iki ayda bir çıkan uluslararası ilişkiler, siyaset ve ekonomi dergisi Foreign Affairs’in internet sayfasına göre, Türkiye, Rusya ve Almanya, tıbbi maske ve solunum cihazlarının ihracını yasakladı. Dergi, aşı geliştirmeye çalışan Almanya’nın, ABD’deki Trump yönetimi tarafından tamamen satın alınmasına yönelik saldırgan tutumundan endişe duyduğunu da vurguladı.
Oysa küreselleşme, daha fiyakalı tanımıyla “globalizasyon”, 1990’lı yılların en çok kullanılan sihirli kelimesiydi. Sınırlar açılmış, mal ve hizmet akışıyla birlikte insanların da istedikleri ülkede çalışma imkanı doğmuştu, işsizlik azalmış gibi görünüyordu. Fırsat bulabilenler, nitelikli işçi olmasa da yabancı ülkelerin iş gücüne katılabiliyor, o ülkelerin imkanlarından, sosyal haklarından yararlanabiliyordu. Ama kısa süre sonra etnik, kültürel ve ekonomik sıkıntılar baş göstermekte gecikmedi. Çalışmak için gidilen ülkelerde de işsizlik vardı ve yerli halk yabancı işçi istemiyordu. Aslında herkes küreselleşmenin gerçek anlamını öğrenecekti. Amaç, büyük sermayenin daha çok ürün satacağı pazarlar açmaktı. Iskoç filozof Adam Smith’in “Ulusların Zenginliği” kitabı, küreselleşme sayesinde “Dünyanın Zenginliği”ne dönüşmüştü.
KAVRAM YENİDEN DÜŞÜNÜLÜYOR
insanoğlu bu belayı bir gün atlatacak, mal dolaşımı yine olacak ama işçi dolaşımı konusunda ülkeler, yabancıları istihdam etmek için bir, iki değil üç kere düşünecekler. Virüsler, ambalajlar üzerinde uzun süre yaşayamıyor. Yaşamak için insan gibi bir canlının desteğine ihtiyaç duyuyor. Ambalajın türüne göre virüsün ömrü, kağıt, karton, plastik, metal oluşuna bağlı olarak üç saat ile 24 saat arası. Bu nedenle ticaret, yakın zamanda yine gelişecek. Ama işçi dolaşımı için aynı şey söz konusu olmayacak.
Bugün küreselleşmenin, bu hastalığın hızla yayılmasında rolü olduğu konusunda hiç kimsenin şüphesi yok. Ayrıca hem uluslararası şirketler hem de hükümetler, böyle bir felakete ne kadar duyarlı olduklarını da keşfetme ve anlama çabasındalar. Koronavirüslen alacağımız dersin, küreselleşmenin tamamen başarısız olduğu anlamına gelmediğini düşünenler de yok değil. Bu çevreler, küreselleşmenin kârlı ve avantajlı olmasının yanı sıra ne kadar kırılgan olduğu konusunda da fikir birliği içindeler. Geçtiğimiz yıllarda sadece uluslararası büyük şirketler değil, küçük çaplı firmalar bile kendilerine beklenmedik zenginlikler oluşturdular. Fakat bu çabalar, “kullanılmamış kaynaklaf’m azalmasına neden oldu. Bu yedek kaynaklar, üretkenlik kapasitesini belirliyor. Fakat çok az yedek kaynak olduğunda şirketlerin, kritik başarısızlık eşiği ortadan kalkmış oluyor. (Ekonomistler bu kaynakları, denizcilikte kullanılan ve suya atılan demirin zincir ya da halatının gevşetilmesi demek olan “kaloma” işlemine benzetiyorlar. “Slack” adını verdikleri bu kaynaklar, bir mola, bir boşluk, bir gevşeklik olarak üretim sektörünün elinin altında bulunmak zorunda).
MUTLU ÜLKELERİN SIRRI
Bir güvence olan başarısızlık eşiğinin ortadan kalkması, şirketlerin tedarik zincirlerinin kırılması, şirketlerin uyarı almaksızın başarısızlık kuyusuna aniden düşmesi ihtimalini artırıyor. Tıpkı, bu hastalıkla ilgili tıbbi ve sağlık bağlantılı sektörlerinin işleyemez hale gelmesi ihtimali gibi.
Bu felaketi, çok iyi yöneten ülkeler de var. Hepsi de “Dünyanın en mutlu insanlarının yaşadığı ülkeler”dcn. Başta Finlandiya. Onu, Danimarka, İsviçre, İzlanda ve Norveç takip ediyor. Bu ülkelerin ortak özelliği, “koronavirüs” adını duydukları an tedbirlerini almış olmaları. Amerikan CNN International televizyonunun değerlendirmesine göre bu ülkelerin başarılarındaki sır, altı maddeyle özetlenebiliyor: Gelir, özgürlük, güven, sağlıklı yaşam, sosyal destek ve cömertlik.
Dünyanın süper ekonomileri, mutluluk listesinde epey geride. İngiltere 13’üncü, Almanya 17’nci, ABD 18’inci, Japonya 62’nci, Rusya 73’üncü, Çin 94’üncü. “Dünya Mutluluk Günü”niı Birleşmiş Milletler’e, Güney Asya’da küçük bir ülke olan Bhutan (ya da Bııtan) teklif etmiş, 20 Mart günü de resmi olarak Mutluluk Günü kabul edilmişti. Hastalıkla uğraşmaktan bu “gün” kutlanamadı (Bu arada Mutluluk Bakanlığı bile.olan Bütan, henüz mutlu ülkeler listesinde kendine iyi bir yer edinebilmiş değil) Pekiyi mutluluk, bu hastalığın aşısı mı? ABD’nin New York merkezli Co-lumbia Üniversitesi’nden ekonomi profesörü Jeffrey Sachs, “Elbette ki virüsle mücadele mutluluktan geçmediği gibi ülkelerin sağlık sistemleri bile bu hastalıkla baş etmekte yetersiz kalabilir. Tek çaresi, bireylerin kendilerini toplumdan soyutlamasıdır. Buna ister sosyal mesafe, ister gönüllü karantina, ister kendini izole etme deyin. Ama bu mücadele, yöneticilerini dinleyen, birbirlerine saygı duyan, disiplin sahibi, sorumluluklarını yerine getiren -mutlu- insanlarla daha kolay oluyor” diyor.
Tarihi çok eski
Hem küreselleşmenin hem küresel salgınların ilk önce “İpek Yolu”nda başladığını siz de düşünmüş olmalısınız. İpek Yolu, MÖ ikinci yüzyıldan MS 18’inci yüzyıla kadar Doğu ile Batı arasında ekonomik, kültürel, siyasal ve dini etkinliklerin gerçekleştirildiği bir ticaret yolları şebekesiydi. Adından da anlaşılacağı üzere Çin’in ipek zenginliği, Avrupa’ya götürülüyordu. Belli bir yolu yoktu. Karadan ve denizden birkaç güzergah, kervanlar ve gemilerle iki kıtayı birbirine bağlıyordu. Ticaret o kadar cazipti ki, tacirler, “gidenin geri dönmediği yer” anlamına gelen Taklamakan Çölü’nrü bile geçme cesaretini gösteriyordu. Venedikli [o yıllarda İtalya diye bir ülke yoktu] tacir, gezgin ve yazar Marco Polo’nun (1254-1324) kitapları sayesinde İpek Yolu hakkında çok şey öğrendik. Ama İpek Yolu’nun cazibesinin yanı sıra taşıdığı bir tehlike vardı: Salgın hastalık. Avrupa’nın “Kara Ölüm” dediği veba, İpek Yolu’ndan yayılmıştı. Bu hastalık bilinmiyordu ve tedavi için bir şey yapılamıyordu. Tahminen 475 milyon olan Avrupa’nın nüfusu, 1347-1351 yılları arasında 350 milyona kadar düşmüştü.
ALEV RİGEL