Ünlü şefler ne yapar?
Önce birimler arasında doğru tempoyu tutturacaksınız. İster bir şirkette CEO olun, ister bir senfoni orkestrasında şef… Önemli olan, zaman ve zemine göre en işlevsel uyumu bulup onu devam ettirebilmektir…
Ünlü şefler ne yapar?
NEREDEYSE tüm kültürlerde “şef’ deyince önce yöneticiler hatırlanır. Bürokrat şefler, bölüm şefleri, mutfak şefleri ve çok değişik alanlarda daha onlarcası… Bunların içinde orkestra şeflerinin ayrı bir yeri vardır. Onlar her koşulda önemli yöneticiler kategorisine girer. Klasik müzik konserlerinde gördüğümüz orkestra şefi elindeki çubuğu müziğin ruhuna uydurarak orkestraya yön verir. Kimine göre bunda gizemli bir sır saklıdır.
Peki, onları dünyaca ünlendiren ve unutulmazlar arasına sokan sihir nedir?
Önce yönettiği bireylerin iç dünyalarını duygusal anlamda harekete geçirip onları yaşayan bütüncül bir organizma haline getirmek? İdeal olan yaklaşım bir orkestra şefi ile başarılı bir şirketi yöneten şef (CEO) arasında hem duygusal hem yönetimsel açıdan yakın benzerlikler bulunmasıdır. Psikolojik ve fiziksel algılar birbirlerine benzer. Dahası CEO’lar da aslında kendi alanlarında gerçek birer sanatçıdır.
HER ŞEY PERFORMANS İÇİN…
Geçenlerde BBC’de yayınlanan bir makaleyi okuyunca bir anda hayrete düştüm: Ünlü CEO’lar bilmeden ve düşünmeden aslında orkestra şeflerini taklit ediyorlar. En azından yönetimsel ve duygusal açıdan. BBC editörü şöyle yazmış: “Orkestra şefliğinin geçmişi eskilere dayanır. Milattan önce 709 yılında Antik Yunan’da bir orkestra şefinin elindeki çubuğu kullanarak 800 müzisyeni nasıl yönettiğine dair tanımlamalara rastlanmıştır. Sanata dair diğer sırlar gibi burada da tam bir yanıt vermek mümkün olmasa da orkestra şeflerinin spor takımlarının menajerleriyle benzerlik gösterdiği söylenebilir. Ne yaptıklarını tam bilemez ama performanslarını görünce anlarız!”
Aslında doğru bir yorum. Buna önünde duran “partisyon”un hakkını veren Martin Winterkorn günümüzün tüm ünlü CEO’larmı da katmamız lazım. CEO’lar da binlerce kişiden oluşan orkestraları sessizce yönetiyor, belli bir ahenk içinde ortaya çok sesli büyük eserler çıkıyor. Birinde enstrümanlar var; diğerinde sürekli akort edilen yol ve yöntemler.
Günümüzün bir anda sivrilmiş CEO’ları ile geçmişin ünlü orkestra şefleri arasında gizemli bağlar bulunması belki de bundandır. Bir tarafta iş dünyasında devleşen başta “Jack Welch” olmak üzere; ‘Mark Parker, ‘George Scangos’, ‘Martin Winterkorn’ gibi isimler; diğer tarafta “Arturo Toscanini”, “Herbert von Karajan” ve “Leonard Bernstein” gibi efsaneler…
Batı’yı bir tarafa bırakalım; ülkemizin övünç kaynağı olan değerlerimizi hatırlayalım bir an. Bizde yetişmiş “Hikmet Şimşek”, “Gürer Aykal”, “Rengim Gökmen” ve daha pek çok isim… Hadi reklam olmasın diye isim vermeyelim ama bizden onlarca başarılı CEO’yu da unutmayalım bu arada. Ciddi şekilde örtüşen ortak noktaları var. İzlenen yöntemler birbirine çok yakın.
TEMPO VE AKORT ÖNEMLİ
İşin sırrı şurada: İster bir şirketi yönetin ister bir senfoni orkestrasını, önce birimler arasında doğru akordu tutturmanız gerekir. Zamana göre düzenlenmiş tempo her şeyden önce ölçülebilen bir kavramdır, tempodaki uyum her iki şefin yönettiği insanları çok sesli bir ortamda tek sesli bir amaca yöneltir.
Tempo ve sesler aynı zamanda performans dediğimiz verimliliğin ortaya çıkmasını sağlar. Tempo müzikte şefin yorumuna göre artıp azalırken; CEO’lar aleminde bu artıp azalma işine pazar bileşenleri yön verir. Her iki şef aynı zamanda izleyicilerin dikkat frekanslarını da devamlı üst düzeyde tutar. Yorumlar biraz da izleyiciden alman reaksiyonlara göre yapılır.
Bu noktada tek başına kalan yönetici bireyler takımın dışında kalır, anarşiye yol açarlar. Gerek orkestra şefleri gerekse CEO’lar kendi üstün kişilikleriyle yönettikleri kişilere kılavuz olurlar. Dağınıklığı, çatlak sesleri ve ahengi bozan unsurları elimine ederler. Ekip en yetenekli insanlardan oluşmuştur. Bu düzende akortsuzluğa ve bencilliğe yer yoktur. Orkestrayı ya da şirketi kuran bir başkasıdır ama bestelenen eseri özenle yöneten, ona ruh katan daima şef ya da CEO’dur.
KULAKLARIYLA DİNLER, GÖZLERİYLE İZLERLER
Orkestra konser sırasında üzerine düşeni ancak şef sayesinde yapar. Buna karşın bir CEO sanki bitmeyen bir senfoniyi seslendiren, dinamizmini asla yitirmeyen olağanüstü bir kişilik gibidir. Alkışlar onun için sadece bir motivasyon aracıdır, kendisi ve ekibi o alkışlara layık olmak zorundadır. Unutulmaması gereken şudur: Konsere katılanlar kulaklarıyla orkestrayı (şirketi) dinler ancak gözleriyle daima şefi takip eder.
iyi bir şef yönettiği ekibe sadece komut vermez, onları bir ruh bütünlüğü içinde kucaklayıp, ortaya konan yorumu muhteşem hale getirir. Burada kişisel nitelik, deneyim, karizma her şeydir. Şef (CEO) dinleyicinin (tüketicinin) bilinçaltını keşfedip, beklentileri anında analiz eder. Yönetime ve yoruma sihir katabiliyor, orkestrayı (şirketi) iyi organize edebiliyorsa yapılan iş tamamdır.
Sözü şöyle bağlayalım: Üstün zekalı şefler daima kendilerine özgü orijinal bir üslubun sahibidir. Her türlü ideyi ve duyguyu anında melodiye dönüştürüp tüm orkestranın “gizemli aurasmı” oluştururlar. Sezgileri olağanüstü güçlüdür. Hem en ufak bir tınıyı duyar hem de eserin muhteşem akıcılığını.
Gerçek orkestra şefleri ile gerçek CEO’lar yalnızca yönetici değil, etraftaki bireylere rol model de olurlar. Bir şeyleri doğru yapmaya çabalamaz daima doğru olanı yaparlar. Onların coşkusu ve motivasyonu bulaşıcıdır; bu durum çok seslilikte müthiş bir performansa yol açar. İzleyiciyle (müşteriyle) birlikte yaşama tutkusuyla dolu yepyeni eneıjiler yaratılır.
Armoni dediğimiz şey disiplin ve amaca olan bağlılığı içerir. Tıpkı ünlü düşünür Hegel’in dediği gibi: “Bu evrende heyecan ve armoni olmadan başarılmış hiçbir şey yoktur. İnsanları harekete geçiren olgu sadece içselleştirilerek paylaşılmaya hazır ortak duygulardır.”
Biz de bu satırlara son noktayı şöyle koyalım: “Kısır düşünen yöneticiler tek tip insanlarla çalışmayı tercih ederler. Çok sesliliği benimseyen şefler ise çok yönlü düşünen insanların duygularını harekete geçirip onlardan yararlanırlar…
Nur Demirok